Psikolojik Şiddet Nedir?
Psikolojik şiddet (psikolojik istismar, duygusal şiddet ya da duygusal istismar olarak da bilinir), falilin mağduru duygusal olarak sindirmek ve aşağılamak, ona yaptırım uygulamak veya cezalandırmak için toplumdan soyutlamak üzere baskı uyguladığı bir saldırganlık ve istismar biçimidir.
Duygusal şiddet, aşağılama, küçük düşürücü davranışlar, cezalandırma vb. Davranışları ve eylemleri içerir. Bu şiddet türü bazı durumlarda fiziksel şiddetten daha fazla zarar verebilmektedir. Psikolojik şiddete maruz kalan bireylerde genellikle anksiyete, depresyon ve stres gibi bir çok bozukluk meydana gelebilmektedir. Psikolojik şiddete maruz kalan bireyler genel olarak çaresiz, mutsuzluk, korku gibi duyguları yaşayabilmektedir.
Hangi eylemlerin psikolojik şiddeti tanımladığına birlikte göz atalım:
-Bireylerin becerilerini küçümseyici eylemlerde ve söylenişlerde bulunmak (argo cümleler kullanmak)
-Kadın haklarını görmezden gelmek
-Bireyin fiziksel ve kişisel özelliklerine, çevresindeki insanlara hakaret etmek, küçümsemek
-Bireyi aile ve arkadaşlarından uzaklaştırmak, talep etmek
-Kıskançlık çerçevesinde bireyin kıyafetine, makyajına, yakın çevresine, gideceği ortamlara, sosyal medya hesaplarına kısıtlama getirmek veya müdahale etmek
-Kendi istekleri için bireyi küçük düşürmek, aşağılayıcı şekilde konuşmak veya duygu sömürüsü yapmak
-Kendi çıkarları doğrultusunda bireyi suçluluk psikolojisine itmek
Psikolojik Şiddetten Nasıl Kurtulabilirim?
Pek çok kişi aslında gündelik yaşamında bu şiddete maruz kalmasından dolayı birtakım arayışlara girmektedir. Bireyin bu şiddetten kurtulabilmesi için yapması gereken ilk şey bireyin psikolojik bir şiddete maruz kaldığının farkına varmasıdır.
Bireyin psikolojik şiddete maruz kaldığını farketmesinden sonraki süreçte ise karşısındaki kişi eğer farkında olmadan, bilinçli olarak yapmadığını düşünmekteyse sergilediği eylemlerin şiddete işaret olduğuna ikna edilmelidir. Fakat karşısındaki birey bilinçli olarak eylemlerine devam ediyorsa bireyin bu süreçte uzman bir psikologa danışması ve destek alması gereklidir. Ayrıntılı bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.
Learn MoreHiperaktivite Nedir?
Hiperaktivite, olağandışı hareketlilik veya anormal derecede aktif olma durumuna denilmektedir. Diğer bir deyişle çocukların kendini kontrol edemediği psikolojik bir hastalık olduğunu söyleyebiliriz.
DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) olan çocuklar dikkatini toparlamakta veya bir yerde sabit durmakta zorlanabilirler. DEHB olan bazı çocuklar sadece ev hayatı değil aynı zamanda okul hayatlarında da sorunlarla karşılaşabilirler.
DEHB, çocuğun sahip olduğu hiperaktiviteye bağlı olarak farklı şekillerde hareket etmesine neden olabilir. Örneğin; hiperaktivitesi olan çocuklar diğer çocuklara göre arkadaş edinmekte zorlanabilirler.
-Dikkatleri çok kolay dağıldığı için unutkan olabilirler. Genelde hayal kurmaya eğilimlidirler.
-Bazı şeyleri kaybedebilir veya ödevleri bitirmekte zorlanabilirler.
-Farkında olmadan çok konuşabilir veya konuşan insanların sözlerini kesebilir.
-DEHB olan çocuklar bu davranış şeklini sürekli olarak devam ettirmektedir. Bu durum, hem okul hem de ev hayatında çeşitli sorunlara neden olmaktadır.
Bu tarz davranışları arada bir yapan çocuklar da olabilir, fakat hiperaktivitesi olan çocuklarla karıştırılmamalıdır.
-DEHB olan çocuklarda genellikle endişeli, sinirli, öfkeli ve üzgün bir ruh hali gözlemlenebilir. Dikkatlerimizden kaçırmamamız gereken en önemli noktalardan biri de DEHB’nin (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu) tedavi edilebilmesidir.
Learn MoreDikkat Aşırı Empati Zarar Verebilir
Empati ile hayatımızın birçok alanında karşılaşırız. Günlük hayatımızdaki özel ilişkilerimizde, iş hayatımızda bizim nasıl davranmamız gerektiği hakkında büyük ipuçları taşır.
Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini anlama, hissettiklerini hissetme şeklinde tanımlanabilen empati, insanları anlama becerilerinin en önünde gelir. Empati becerisinin gelişmesi ilişkileri güçlendirir. Tabiiki bu bağlamda empatinin ne kadar uygulandığı da önemlidir.
Empati dozunun aşırı olması; kişinin devamlı olarak karşısındaki kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgilenmesine sebep olacaktır. Bu durum için “ötekine aşırı odaklanma” haline dönüşüyor diyebiliriz.
Empatinin dozunu kaçırdığınızda sürekli “başkaları ne düşünür?”, “elalem ne der?”, “şu an benim hakkımdaki fikri ne?” gibi düşüncelerle uğraşabilirsiniz. Zamanla bu düşünceler kendi isteklerinizin çoğunlukla baskılanmasına gidebilir. Isteklerinizi bastırmak da kaygı bozuklukları, depresyon gibi psikolojik zorluklara zemin hazırlayabilir.
Unutmayın, kişinin düşük miktarda empatiye sahip olması anlayışsız, kuralcı ve bencil olarak anılmasına sebep oluyorsa empati dozunun yüksek olması da kişiyi hassas, yoğun duygusallığa sahip ve kendini değersiz hisseden birine dönüştürür.
Her şeyin fazlası zarar vermeye başlar. Tabii ki empatinin de…
Learn MoreÇOCUK VE EBEVEYN ARASINDAKİ BAĞ
Her ebeveyn çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek ve onların doğru seçimler yapmalarına öncülük etmek ister. Örnek davranışları anlatarak, göstererek kısaca sözlü/sözsüz iletişimle çocuklarının gelişimine katkı sağlamaya çalışır.
Fakat bazen çocuklarla iletişim kurarken zorlanabilir ve nasıl davranacağınızı bilemeyebilirsiniz. Böyle zamanlarda kaygılanabilir ve en doğrusunu yapmaya çalışırken iletişim teknikleri arasında boğulabilirsiniz.
Peki bu kadar kaygılanmadan, zorlanmadan çocuğunuzla aranızdaki bağları nasıl güçlendirebilirsiniz?
Size yardımcı olacak bir kaç sihirli öneri verebiliriz
-Çocuğunuza onu neşelendirecek kendi gençliğinizden hikayeler anlatabilirsiniz.
-En sevdiği oyunu veya hobilerini size öğretmesini isteyebilirsiniz.
-Ders ve okul dışındaki konularda daha çok sohbet edebilirsiniz.
-Bir iş yaparken ondan yardım isteyebilirsiniz. Yapabileceği düzeyde bir görev verip beraberinde sohbet edebilirsiniz.
-Ayrıca çocuğunuz olumlu davranışlar sergilediğinde davranışını desteklemek adına memnuniyetinizi dile getirmeniz önemli olacaktır.
Unutmayın ki hiçbir çocuk pürüzsüz büyümez. Onlara pürüzsüz bir yaşam sağlamaya çalışmak yerine bazı kavramlara özen göstererek ihtiyaçları olan desteği ve bilgiyi verebilirsiniz. Bunun için kaygıdan uzak, çocuğunuzun bedensel, bilişsel ihtiyaçları kadar duygusal ihtiyaçlarını da doğru iletişimle karşılamanız yeterlidir. Doğru iletişim için yukarıdaki birkaç öneriyi uygulamaya başlayabilirsiniz.
Learn MoreKendinizi İfade Edebiliyor musunuz?
Sevdiklerinizle bazen anlaşamadığınız oluyor mu? Sevdiklerinizin sizi anlamadığını düşündüğünüz?
Hayatta iletişim kurmayı, derdimizi anlatabilmeyi, anlaşılmayı tabii ki bekleriz. Ama nerde ne zaman ne yaptığımıza bakmadan bunları rahat bir şekilde başaramayız. Örneğin son 1 haftadaki ilişkilerinizi, çevrenizle kurduğunuz iletişimi düşünün. Günlük yaşamda kendinizi inceledeğinizde,
“karşımdaki kırılmasın”
“aramız bozulmasın”
“boşver söylemesem de olur”
dediğiniz zamanlar oluyor mu? Eğer oluyorsa bunlar ne sıklıkla oluyor? Bu cümleleri kurduktan sonra iyi hissediyor musunuz?
Bazen ilişkilerin yolunda gitmesi için bazı şeyleri tolere edebiliriz. Ortak bir dil oluşması için kendi fikirlerimizi törpüleyebiliriz. Bu gibi durumlar bizim ilişkilerimizi güçlendirir ve daha huzurlu, dingin bir yaşam sürmemeize yardımcı olur. Fakat bazen yukarıdaki cümleleri fazla kurmaya başladığımızda işler değişir. Bu cümleleri kurduğunuzda eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız, ilişkileriniz zorlanmaya devam ediyorsa ortada farklı bir durum vardır. Aslında kendinizi ifade etmiyorsunuz demektir…
Beklentilerimizi, isteklerimizi uygun bir dille ifade etmemiz en sağlıklı olandır. Eğer ifade edemiyorsak çeşitli sorunlarla karşılaşabiliriz. Anlaşılmadığını düşünmek, depresyona girmek, ilişkilerde anlamsız tartışmalar, huzursuzluklar yaşamak bunlardan bazılarıdır. Bunun daha da ilerisine gidersek; olumsuz duyguları ifade etmeme eğilimi bazılarımızın KİŞİLİĞİNİN bir parçası haline gelebilir. Böyle kişiler, anlam veremedikleri baş ağrıları, beden ağrıları, bedensel yorgunluklar, karamsarlık ya da panik ataklar gibi farklı bir çok şey yaşayabilir. Doktor doktor gezerler fakat fizyolojik bir sebep bulunamaz. Doktorlar da psikolojik bir durum olduğunu söyler.
İfade edememek sadece duygusal bir acı vermez, bedensel olarak da bizi harap eder.
Çünkü Freud’un da dediği gibi ifade edilmemiş duygular asla ölmez, sadece diri diri gömülür ve sonrasında daha korkunç şekillerde tezahür eder.
İfade etmek yerine bastırdığınız duygular yer değiştirerek kendini gösterir. Biz ifade etmezsek beden ifade eder.
Learn MoreDaha İyi Hissetmek Elimizde
Bazı günler uykumuzun yetmediğini hissettiğimiz ya da bazı günler daha iştahlı olduğumuzu farkettiğimiz gibi duygusal hayatımızda da bazı günler daha depresif, yorgun, aktivitelere karşı isteksiz hissedebiliriz. Böyle durumlarda kendinizi daha mutlu hissetmek için birkaç küçük şeye dikkat edebilirsiniz…
Öncelikle uykunuza özen gösterin. Uykunun düzensiz olması depresif hissetmemizi tetikleyebilir ve daha gergin hissetmemize sebep olabilir. Güzel bir uyku için karanlık ve sessiz ortamda uyuyun. Çok geç saatte uyumak, sabahlamak ya da öğlene dek uyumak da doğal uyku dengesini bozar. Makul saatlerde uyuyup sabahları uyanmaya özen gösterin. Her gün aynı saatlerde uyur ve uyanırsanız bedeniniz uykuya daha kolay adapte olacaktır. Çünkü beden çok kolay alışır. yaklaşık 1 hafta aynı saatte uyur ve uyanırsanız bedeniniz 1 haftanın sonunda yeni saatinize ayak uydurmaya başlar. Uyku saatlerinizi zorunda kalmadıkça aksatmamaya çalışın. Uyandığınızda daha rahat ve dinlenmiş kalkacaksınız.
Duygular bulaşıcıdır. Bir iyilik yaptığınızda bu mutluluk size de yansıyabilir. Sokak hayvanlarına bir kap su bırakmak, çevrenizdekilere destek olmak, birine yardım etmek gibi küçük adımlar atılabilir.
Günde 1 saat elektronik aletlerden uzak zaman geçirin. Teknoloji her ne kadar hayatımızın içinde olsa da bazen vakit kaybı olabiliyor. Kendinize özel zaman ayırmak için bazen teknolojiden uzak kalmak iyi gelecektir.
Küçük başarılarınız için kendinizi tebrik edin. Kendi kendini motive etmek düşündüğünüzden daha büyük etkilere sahip olabilir. Bazen başarılı hissetmeye hepimizin ihtiyacı vardır. Bunun anlamı kendini pohpohlamakla karıştırılmamalıdır. Sadece yapabildiğiniz şeylerin farkında olun. Sınavdan 90 alan bir öğrencinin “ama 100 alanlar var” diyerek kendi başarısını küçümsemesi; müzik aleti çalan birinin “daha iyi çalanlar var” demesi ya da özenle sofra kuran birinin “tuzu eksik kalmış” demesi gibi farklı birçok alanda eksiklikleri görmek yaptıklarınızı gözünüzde yok edebilir. Bir şeyde başarılı olmak için mükemmelle kıyaslama yapmadan sadece kendi yapabildiklerinizi ve bu çabanızı takdir edin.
Learn MoreOKB / Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) nedir?
Kısaca okb dediğimiz bu duruma çevremizde sıklıkla rastlayabiliyoruz. Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yakın zamana kadar kaygı bozuklukları içinde tanımlanan okb, son araştırmalarla birlikte kendi başına ayrı bir psikolojik durum olarak ele alınmıştır.
Psikolojinin popüler konularından biri olan okb’nin ne olduğunu en genel ifadelerle şu şekilde açıklayabiliriz:
Öncelikle okb 2 farklı durumdan oluşmaktadır, obsesyonlar ve kompulsiyonlar.
Obsesyonlar; tekrarlayan ve kişiyi rahatsız eden uygunsuz, zorlayıcı düşünceler veya dürtülerdir. Gerçek yaşam sorunlarıyla ilgili değillerdir ve kişinin kendi zihninin ürünüdürler.
Elinin sürekli kirli olduğu düşüncesi, ocağın altını kapattığından ya da anahtarı aldığından emin olamama gibi sıklıkla akla gelen düşünceler gibi istem dışı gelen bu düşünceler aslında birer obsesyondur.
Kompulsiyonlar ise; ortaya çıkan bu obsesyonları rahatlatmak için geliştirilen davranışlardır. Örneğin temizlenmediğini düşünerek elini defalarca yıkamak ya da emin olamayıp anahtarı sürekli kontrol etmek zamanla sürekli hale gelebilir ve böylece bir ritüele dönüşebilir. Farkında olmadan sürekli elinizi yıkadığınız için musluk başında oldukça uzun zaman geçirebilirsiniz. Obsesyonun gücüne göre musluk başındaki süre 5-10 dakikan 3-4 saate kadar uzayabilir.
Kompulsiyonların amacı gelen sıkıntıyı azaltmaktır fakat farkında olmadan sıkıntıyı sürekli devam ettirirler. Temelde bu davranışlar kaygıyı anlık olarak rahatlatıyor gibi görünse de istemdışı düşünceyi yok etmemektedir.
Obsesyonlar ve kompulsiyonlar her zaman birlikte hareket etmez. Bazen obsesyonlar tek başına görülebilir. Rahatsız eden düşünceler sürekli zihninizi zorlayabilir.
Sürekli gelen düşünceler ve onu kontrol etme çabası yaşamınızı zorlamaya başladıysa destek almanın zamanı gelmiştir. Okb’nin bir çok çeşidi bulunmaktadır. Örneğin ocağın altını, kapıların kapalı olduğunu sürekli kontrol etmekten işe geç kalıyorsanız; musluk başında uzun dakikalar boyunca zaman harcıyorsanız ya da sevdiğiniz birine zarar vereceğinizden istemediğiniz şeyleri yapacağınızdan korkuyorsanız hayatınızın kalitesi de zamanla bozulmaktadır. Zamanla okb’ye depresyon da eşlik etmeye başlayabilir. Bir türlü rahatlayamadığınız için bu durumun düzelemeyeceğinden korkabilir, umutsuzluğa kapılabilirsiniz. Uyku sorunları yaşamaya başlayabilir ve daha öfkeli hale gelebilirsiniz. OKB’ye sahip birçok kişi tüm bu kaygıların yanında depresyonla da mücadele etmektedir. Anlaşılamadığını düşünebilir ve toplumdan, sevdiklerinden zamanla uzaklaşabilmektedir. tüm bu sorunlar zamanla sizi bir çıkmaza götürebilir.
Düşünceleri kontrol etmenin çok zor olduğunu düşünebilirsiniz fakat doğru tedavi ile bu sıkıntıları geride bırakabilirsiniz. İlaç desteği ve psikoterapinin birlikte görüldüğü tedaviler bu sorunu yaşayan kişiler için en kapsamlı rahatlama yoludur. psikoterapi yönelimlerinden en sık bilişsel davranışçı terapi yolu ile okb çalışılmaktadır. bilişsel davranışçı terapiler sizi rahatsız eden bu istemdışı düşüncelerle başa çıkmanız ve kompulsiyonlarınızı yavaş yavaş azaltarak sonlandırmanızı sağlayabilir.
Learn MoreÇOCUKLARDA ÖFKE NÖBETLERİterapi, Psikoterapi,
Öfke, herkesin hissedebileceği normal ve sağlıklı bir duygudur. Fakat kontrolden çıktığı zaman yıkıcı olabilmektedir. Öfkenin normalin dışında değerlendirilmesinde sıklığı, şiddeti, süresi kadar sosyal olarak kabul edilemezliği de dikkate alınır.
Çocuklar da, yetişkinler gibi öfke duygusunu hissedebilirler. Bebeklik döneminde, bu öfke duygusu genellikle ağlama krizleri olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle 2-3 yaş civarında ise öfke çocuğun anneye bağlanma ve anneden bağımsızlaşma arasında yaşadığı içsel çatışmanın bir dışavurumu olarak ortaya çıkabilir. Çocuk bir yandan annesine bağlıyken bir yandan da bağımsızlık ve çevre üstünde kontrol sahibi olmak ister. Nöbetler çocukların fiziksel olarak zorlandıkları ve bilişsel becerilerine kıyasla zor olan durumlarda da ortaya çıkabilir.
Bilişsel olarak yaşıtlarından geri olan çocuklar, anne-baba çatışması ve ebeveyn arasında çocuğu yetiştirme tutumu farklılığı olan ailelerde yetişen çocuklar, yaşıtları arasında kabul görmeyen ya da aileleri tarafından ihmal edilen çocuklar öfke kontrol problemi için risk grubunu oluştururlar.
Çocuklarda öfke kontrolünde önemli olan iki şey, ailenin bu krizi yönetme biçimi ve bu krizin psikolojik bir bozukluğun habercisi olup olmadığını bilmektir.
Çocuklar öfkeyi dışarı vururken ağlama, bağırıp çağırma, yerlerde yuvarlanma, sağa sola koşuşturma, eşyalara ya da kendine zarar verme gibi davranışlar sergileyebilirler. Ailenin de bir süre sonra pes edip, taviz verip çocuğun isteklerini yerine getirmesi sonucu çocuk “ikincil kazanç” elde ederek isteklerinin yerine gelmesi ya da engellerin ortadan kalkması için bu nöbetleri öğrenilmiş davranış olarak tekrar tekrar sergiler.
Öfke nöbeti oluştuğu zamanlarda sakinlik korunmalı ve öfkeye öfkeyle karşılık verilmemelidir. Nöbet sırasında göz teması kurmamak ve aldırmıyor gibi görünmek, sakinleştiği andan itibaren de tekrar göz teması kurmaya başlamak ve onunla ilgilenmek en iyi yoldur. Eğer nöbet toplum içerisinde gerçekleşirse çocuğunuzu sakin bir yere götürüp beraber sakinleşmeyi bekleyebilirsiniz. Çocuğa ders vermeye çalışmak ve emredici bir dille konuşmak çocuğun nöbetini pekiştirebileceği için uygun değildir, bunun için çocuğun sakinleşmesi beklenmelidir. Nöbetten sonra ise bu davranışı onaylamadığınızı ama onu hala seviyor olduğunuzu hatırlatmak önemlidir. Öfkelense bile saldırgan davranış göstermediği zaman çocuk takdir edilmelidir.
Öfkeyle birlikte görülen psikolojik bozukların bazıları ise; Davranım Bozukluğu, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Karşıt Gelme Bozukluğu, Bipolar Bozukluk, Kaygı Bozuklukları ve Mental Retardasyondur.
Aynı zamanda ebeveynlerin çocuğa nasıl bir model olduğu da çocuk için önemlidir. Anne baba arasındaki çatışmaların şiddetli bir kavgayla dile getirilmesi, ebeveynlerin kendi öfke kontrollerini sağlayamaması ve saldırgan davranışlar sergilemesi de çocuğu bu konuda olumsuz etkilemektedir.
Eğer çocuğunuz sık (günde 3 kereden fazla) ve uzun süreli (15 dakikadan uzun) öfke nöbetleri yaşıyor ve kendini yatıştırmakta güçlük çekiyorsa, çocuğunuz 4 yaşını geçmiş olmasına rağmen nöbetler devam ediyorsa, nöbetler sırasında kendine ve çevresine zarar veriyorsa, saldırgan davranışlarının sonrasında pişmanlık duymuyorsa bir uzmandan psikolojik destek almak faydalı olacaktır.
Haber Linki:
https://ozgunhaber.com.tr/cocuklarda-ofke-nobetleri/
Learn MoreUZUN SÜRELİ UYKU DEPRESYON BELİRTİSİ Mİ?
Uyku, insan sağlığı için olmazsa olmazlardan bir tanesidir ve vücudun dinlenmesini sağlar. Yetişkin bir birey için sağlıklı bir uyku günde yaklaşık 7-8 saat olmalı, fakat bu sürenin 5 saatten az olmaması ya da 9 saatten fazla olmaması ve aralıksız olması gerekiyor. Uzman Klinik Psikolog Merve İlikçi İygün uzun süreli uyumanın depresyona işaret edebileceğini açıkladı.
Uyku eksikliği pek çok bozukluğun nedeni olarak görülürken çok uyumanın da beyine zarar verdiği ve depresyona yol açabileceği düşünülmektedir.
Depresyon, kişinin gündelik hayatını olumsuz etkileyecek derecede yaşadığı olumsuz ruh halidir. Depresyondaki bireyler genellikle normalde zevk aldıkları aktivitelerden zevk alamazlar, özgüven düşüklüğü yaşarlar, kişisel bakımlarına eskisi kadar önem vermezler, aşırı yeme ya da iştahsızlık şeklinde iştah değişikliği yaşarlar, intihara eğilimli olabilirler ve sürekli bir mutsuzluk hali içindedirler. Normal kabul edilebilecek bir mutsuzluk haline kıyasla kişinin depresyonda olduğunu gösteren en önemli etken bu belirtilerin birkaç hafta ya da birkaç ay boyunca devam ediyor olmasıdır.
AŞIRI UYKUNUN BELİRTİLERİ
- Kişi, günde en az 7 saat uyumasına rağmen aşırı uyku sersemliği ile birlikte aşağıdaki belirtileri gösteriyorsa:
-Sürekli uyuma isteği ya da gün içinde uyuyakalma.
-9 saat ya da fazla bir süre boyunca uyku uyunmasına rağmen dinlenmiş hissedilmemesi.
-Uyandıktan sonra etraftan gelen uyarılara yeterli ilgiyi gösterememe.
- Kişi en az 3 ay içinde haftada en az 3 kez aşırı uyumayı deneyimliyorsa.
- Aşırı uyuma bilişsel, sosyal ya da diğer önemli alanlarda kötü etkilere sebep oluyorsa.
- Aşırı uyku sersemliği başka bir uyku rahatsızlığı ile açıklanamıyor ve diğer uyku bozukluklarının belirtilerine benzer belirtiler göstermiyorsa.
- Aşırı uyuma madde kullanımından kaynaklanmıyorsa.
- Aşırı uyuma akıl hastalıkları ve ilaç kullanımı ile ilişkilendirilmiyorsa.
Çok uyumak depresyonla başa çıkmanın bir yolu olarak görünse de kişi uyandığında yine aynı sorunlarla ve aynı ruh haliyle baş başa olacaktır. Bu yüzden depresyonu yenebilmek için dinç olmak büyük bir önem taşıyor. Diğer yandan uyku kalitesinin düzene sokulması da depresyonun seyrini olumlu etkilemektedir. Her şeye rağmen kişinin uyku ve depresif ruh hali geçmiyorsa psikolojik destek alması önerilmektedir
Haber Detayı :
https://www.posta.com.tr/uzun-sureli-uyku-depresyon-belirtisi-mi-2222905
Learn MoreDUYGU DÜZENLEME BECERİLERİ
Duygu düzenleme becerileri bireylerin duygularını nasıl belirlediği, deneyimlediği ve dış dünyaya yansıttığı ile ilgilidir. Duygu düzenleme yalnızca duygusal olarak uyarıldığında duyguyu düzenleme anlamına gelmez, aynı zamanda duygunun farkında olma, duygusal duruma uygun davranış geliştirme, duyguyu anlamlandırma ve kabul etmedir. Duyguların nasıl düzenlendiğinin tanımlanması ve duyguları düzenleme becerilerinde etki eden faktörlerin anlaşılması duygusal gelişimin anlaşılmasında yeni bir bakış açısı getirmektedir. Duygu düzenleme becerileri; kişilerarası etkileşim ile şekillenmektedir. Duygu düzenleme becerileri kişiliğin gelişiminde ve sosyal yaşam içinde sürekli sınanmaktadır. Sözgelimi olumsuz yönde gelişen duygusallık; davranış problemleri üzerinde içselleştirilmiş ya da dışa vurulmuş şekliyle genel anlamda bir risk faktörü olabilmektedir.Duygularını kabul eden bireyde ise; daha az kaygı ve kaçınma görülmektedir. Duyguyu kabul etmeme ve bastırma; bireyde duygusal problemlere yol açmaktadır.
Duygu düzenleme becerileri ile bireyler kendi kendilerine ve ötekilerin arasında duygularını yönetme kapasitesi edinir ve duygu ile bilişsel mekanizmaları entegre etmektedir. Birey duygu düzenleyerek, duygusal durumlarını değerlendirip, davranış biçimlerine yönlendirebilmektedir. Bu duygu düzenleme stratejisidir. Duyguların işlevsel hale gelmesiyle çıkan etkili davranışlar, bireyin toplumsal çevreye adapte olmasını sağlar. Duygu, davranışın gerçekleşmesinde düşünme ve motivasyon sürecini meydana getirir, iletişimin anahtar noktasıdır. Duygu düzenlemede başarılı olan çocuklar, başarısız olan çocuklarla karşılaştırıldığında yaşıtlarına göre daha yeteneklidir.
Duygu düzenleme becerisi ile toplum içinde uyumlu davranışlar gerçekleşmektedir. Biyolojik psikiyatri ve bilişsel, duygusal nörobilimdeki gelişmeler; sinir sisteminde duygu düzenlemenin önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Sinir sisteminde istemli ve istemsiz olarak iki farklı duygu düzenleme alt süreci bulunur. Bu iki alt süreç beynin prefrontal korteks, hipokampüs ve parahipokampüs bölümlerinde gerçekleşir. Sinir sistemindeki bozukluklarda, duygu düzenlemede bozukluk ve bipolar bozukluk gibi temel psikiyatrik bozukluklara yatkınlık; çocukluk, ergenlik ve yetişkinlikte görülmektedir.
Çocuklarda ve yetişkinlerde genetik faktörler, beynin yapısı ve gelişimdeki esneklik deneysel sonuçlara ulaşabilmek için üç ayrı bakış açısıdır. Limbik sistemdeki bozulma çocuğun duygusal ipuçlarını öğrenmesini engeller. Buradaki devrelerin yarattığı etki sadece duygusal sinyallerle gerçekleşen davranışları değil, bu sinyalleri nasıl algılanacağı, yorumlanacağı ve anlanacağını etkiler. Erken gelişimde algı ve dikkat sistemleri uyumlu olarak esnek ve çevresel uyaranlara duyarlıdır. Duygu düzenlemeyi anlamada nörobilimsel temelli yaklaşıma göre genetik faktörler, nörolojik faktörler ve öğrenme süreçleri birbirini tamamlamaktadır.
Uzm. Klinik Psikolog Merve İlikçi
Learn More